28 Mayıs 2022 Cumartesi

ŞEYLER



Bazen hiç olmayan bir şeyi özlediğiniz oluyor mu? Bir insanı, bir yeri, bir duyguyu, bir olayı... bazen kendinizi bir boşluktan aşağıya doğru bırakıp geride kalan her şeyi unutmak istiyor musunuz? Bulunduğunuz yerde şuan gerçekte var mısınız yoksa tam tersi varlığınız tamamıyla bir hayal ürünü olarak mı orada? Bir anda çok mutluyken saliseler içinde duygularınızın değişip kendinizi ortamdan soyutladığınız oldu mu?



Bazen insan her ne kadar mutlu olduğunu söylese de aslında içten içe onu kemirip tüketen düşünceler içinde boğuşup durur. Onun için ortamdan soyutlanmak kontrolü dışında gelişen bir şeydir. Geçmişten bir anı gelir aklına ya da bir şarkı sözü ya da bambaşka bir şey. Onu alır başka bir zamana her şeyin ve hiçbir şeyin ortasına bırakıverir. O an hiçbir şey yapamazsınız, elinizde bunu durduracak bir düğme ya da kol yoktur. Siz orada çırpınıp dururken dışarıdan da bir o kadar donuk ve anlamsız durursunuz. Kimse sizin nelerle uğraştığınızı görmez, sesinizi duymaz. Orada yapayalnız sadece düşüncelerinizle kalırsınız. 


Her ne kadar mutlu ve huzurlu olduğunuzu düşünseniz de içinizde anlamlandıramadığınız şey sizi rahatsız etmeye devam eder. 'Ben buradayım ve hiçbir yere gitmiyorum' der, sizi tüketene kadar bir yerlerde, ulaşamadığınız bir yerlerde varlığını sürdürür. Sizinle birlikte hayatınızın sonuna kadar gider. 



O 'şey' bazıları için hiç yaşamadıkları bir duygu, tanımadıkları bir insan ve tanımaması gerek bir insan ya da yaşanmaması gereken bir anı. Bu şeylerin tek ortak yönüyse her yere sizinle birlikte gelip sizi en savunmasız anınızda yakalamasıdır. 

15 Mayıs 2022 Pazar

BİG




Tam bir Tom Hanks yapımı olan bir filmle geldim. Uzun bir süredir yazı yazmıyordum; daha doğrusu yazamıyordum diyebiliriz. Bazı dönemlerde yazı yazma konusunda sıkıntı çekiyorum. Bunda neyin etkisi var bilmiyorum ama yazmam gereken bir sürü şeyin birikmesine rağmen bir kelime bile yazamamış olmak biraz sinir bozucu. Bunun dışında eve dönmüş olmak, ailem ve arkadaşlarımla zaman geçirmek harika oldu. Kısa süreli değişikler beni başka yönlere yönelttiği için yapmak gereken şeyleri sürekli erteleyip kişisel zamanıma daha fazla yer ayırmaya çalışıyorum. İçimden de açıkçası başka bir şey yapmak gelmediği için işime geliyor.  


Şimdi benim yazı yazamamamı bir kenara bırakıp yazımın asıl konusuna gelelim. Bir kaç aydır kardeşimle birlikte izlediğim ilk film. İkimizin de amansız bir Tom Hanks sapıklığına tutulduğu bir dönemdeyiz. Böyle bir zamanda izlenebilecek bir başyapıt filmin kendisi. Aslında filmden biraz Keşke Otuz Olsam' dan esintiler var diyebiliriz. Gerçi tam tersi de olabilir çünkü Big çok daha önce çekilmiş bir yapım. 


Öncelikle film bütün aile üyeleriyle birlikte izlenebilecek bir yapıya sahip. Ortaokul yaşındaki bir çocuğun bir festivalde dilek makinasına(?) dilek dilemesiyle başlıyor. Ertesi gün büyümüş bir halde uyanan çocuk büyük bir şok içinde nasıl olduğunu anlamaya çalışıyor. Bir gecede yetişkine dönüşmesine kimse inanmadığı için annesinin onu hırsız sanmasıyla evden yaka paça bir şekilde kaçıp en yakın arkadaşını bulmaya okuluna gider. İlk başta arkadaşı da inanmasa da sadece ikisinin bildiği bir şarkıyı söyleyince arkadaşına inanmayı seçer. İki kafadar bu durumla nasıl başa çıkacaklarını bilemese de dilek makinasının işleri tersine çevirebileceğini düşünüp makinayı bulmak için şehre giderler ve büyük arkadaşı için oda tutarlar. Makinaya ulaşacakları zamana kadar büyük arkadaşın şehirde kalması gerekir ve başına değişik olaylar gelmeye başlar.


Açıkçası filmde Tom Hanks' in gerçekten bu iş için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorum. Birçoğumuzun bildiği Forest Gump filminden de anlaşılabildiği için kendisi çocuksu rolleri oynamada bir numara. Filmde büyük bir insanın bu kadar çocukların gözünden bakıp onların ihtiyaçlarını anlaması bütün iş dünyasındaki yetişkinlerin şaşırmasına sebep oluyor. Gerçek dünyada bile çocukların aklı her zaman yetişkinlerinkinden farklı çalışır dememizde bir doğru yatıyor. ''Çocukların dünyayı bu kadar farklı görmesinin sebebi gerçekte acaba ne?'' diye düşündüğünüz hiç oldu mu? Her ne kadar tam bir yetişkin olarak kendimi tanımlamasam da artık çocuk da olmadığım inkar edilemez bir gerçek. İnsanlar ne zaman çocuk gibi düşünmeyi bırakır? Bu film bana bu soruyu düşünmeme sebep verdi.  Belki bir gün bununla ilgili bir yazı yazmalıyım.




Film boş zamanlarınızda ailenizle ya da kendinizle zaman geçirmek için izlenebilecek yormayan bir yapım. Puanım 7/10.

14 Mayıs 2022 Cumartesi

IZombie

         


             5 sezonluk çizgi romandan uyarlama bu harika diziyi paylaşmazsam olmaz. Öncelikle dizimiz 2019 yılında final yapmış bir dizi. Beni tanıyanlar kolay kolay devam eden dizileri izlemediğimi bilir. Çünkü yeni bölümü beklemek benim için tam bir eziyet. 

        Gelelim dizinin konusuna: kariyerinde başarılı bir doktorun nişanlısının da desteklemesiyle gittiği bir bot partisinde alınan uyuşturucunun etkisiyle zombie katliamının ortasında kalmasıyla başlıyor. Ceset torbasında bir zombie tarafından ısırılmış bir şekilde uyanması tüm hayatını kökünden değiştirmesine sebep oluyor. Başrol kızımız artık insan beyni aşeren bir zombiye dönüşmüştür. Üstelik soluk benizli ve beyaz saçlara sahiptir. Beyin yemek içinse en etik yol olan (etikliği sonuna kadar tartışılır) morgda çalışmaya başlar. Son derece dikkatli olan adli tıp doktoru olan patronu da onun zombi olduğunu kısa sürede farkına varmakla kalmaz onun için tedavi yolları aramaya başlar.

Rose MCLVER , dizideki adı Olivia MOORE eski bir doktor asistanı şimdiyse adli tıp doktorunun yardımcısı ve bir zombi olarak morgda çalışmaktadır. Yediği beyinlerin anılarına ve yeteneklerine sahip olması onu sürekli zor durumlara sokmaktadır. Diziyi izlediğim süre boyunca Liv'in farklı karakterlere bürünmesi oyunculuk içinde oyunculuk izlemenizi sağlıyor. Gerçek anlamda her bölümde bambaşka birbirinden bağımsız karakterleri oynuyor diyebiliriz. 



Robert BUCKLEY, dizideki adıyla Major LİLYWHİTE bağımlı ve evsiz çocuklar ile ilgilenen çok sonrasında ise yaşadığı olaylar sebebiyle paralı bir asker olan karakteri oynuyor. Dizinin ilk bölümlerinde sempatik bulduğum daha sonrasındaysa sadece büyük bir kafa karışıklığına sebep olan değişik bir karakter Major.



Rahul KOHLİ, morgun biricik İngiliz aksanlı adli tıp doktoru Ravi CHAKRABARTİ oynuyor. Dizideki favori karakterimdir kendisi. Bence bütün sezonlarda aptalca davranış göstermeyen tek karakterdi.
Özellikle de Liv ve diğer zombileri kurtarmak için ciddi bir şekilde mücadele eden tek kişiydi de. Bu yüzden benim gözümde dizinin tek kahramanı kendisidir.




David ANDERS, dizide nihai kötü karakter olan Blaine DEBEERS'i oynuyor. kötü karakterleri her zaman daha çok sevdiğim bilinen bir gerçek. Bana kalırsa başrol karakterlere oranla daha samimi oluyorlar. Tek amaçları her zaman kendileri olduğu için asla yollarından vazgeçmiyorlar. Blaine karakteri de tam olarak böyle birisiydi dizide. Özellikle ekürisi diyebileceğimiz Don E ile müthiş bir uyuma sahiplerdi. Tabi sürekli olaylara batıp çıkması, bir lider olup bir başkasının çalışanı olması onun karakterini bayağı bir hırpaladı.




Son olarak Clive BABİNEAUX karakterini oynayan dizimizin biricik dedektifi Malcolm GOODWİN'ne gelelim. İlk başlarda cinayetleri çözmek için Liv'den yardım almaya başlayan daha sonralarıysa bir ekip haline gelen Clive ilk sezonlarda itici bir karakter gibi gelse de sonralarında aşırı sempatik birine dönüşüyor. Özellikle Liv ve Ravi'nin onunla dalga geçtiği bölümler favorim.



Gel gelelim dizinin eleştirisine. Açıkçası dedektif polisiye tarzı dizi ve filmleri aşırı sıkıcı buluyorum ve tercih ettiğim bir tarz değil ama araya fantastik ya da bilimkurgu ögesi girince şans vermemek de olmaz gibi geliyor. Dizi, polisiye tarzında sıkıldığımı yalanlamak ister gibi aşırı akıcı geçti. Bir kaç ay içinde dizinin tamamını izlemiştim bile. Bir ara dizinin kendisini fazlasıyla tekrarladığını söylemem lazım. O kısımlar cidden sıkıcıydı ki ara vermeyi bile düşündüm. Onun dışında zombilik kavramına yeni bakış açısı kazandırdığını söyleyebilirim. Dizideki zombiler bizim bildiğimiz klasik The Walking Dead dizisindeki zombilerden çok farklı zaten ilk bölümü izleyince siz de anlayacaksınız. Tek klasik kalan kısmim zombilerin beyin yemezse gerçekten ölüye dönüşmesi

Sonuç olarak diziye 7,5/10 puan veriyorum.


 

2 Mayıs 2022 Pazartesi

Gilmore Girls




 Bu senenin en iyi -benim açımdan- dizisi. Gilmore Girls. Bu diziyi anlatmadan önce söylemeliyim ki bu dizinin yeri bende hep ayrı kalacak. Çünkü bu diziyi izlemeye başladığım zaman üniversite için şehirden ayrılmama bir hafta kalmıştı. Yani diziyi izlediğim zaman boyunca farklı bir şehirdeki odamda oturuyordum. Açıkçası son bölümlere geldiğimde bitmesin diye çok uğraştım. Sürekli başka şeyler izlemeye ya da izlerken bölümü yarıda bırakıp başka bir şey izlemeye yöneldim. Ama her güzel şeyin sonu gibi bu dizide bitti. İleri ki zamanlarda bu diziye tekrar başlar mıyım bilmiyorum. Başlarsam da bu bir iki sene sonra olur muhtemelen; daha izlemem gereken o kadar çok şeyi düşünürsek. 


Gelelim dizimizin konusuna. Bekar bir anne kızının günlük yaşamlarını konu alan bu dizi adeta dünya tek biz ikimiz sloganı üzerine yazılmış gibi. Genç yaşında kazara hamile kalan asi Lorelai Gilmore çocuğu doğduktan sonra evden ayrılır ve yeni doğan kızıyla birlikte kendisine bir hayat kurar. Tabi ki dizi bu kadar geçmişten başlamadığını söylemek gerekir. Dizinin pilot bölümü Lorelai'ın kızı Rory'in prestijli bir koleje kabul edilmesiyle başlıyor. Bu arada bahsetmem gereken güzel şeylerden birisi de Supernatural adlı dizide başrol oynayan Jared Padalecki'nin nasıl meşhur olmasını sağladığını ve gençliğinin ne kadar harika olduğunu görebilirsiniz. Bunların dışında dizideki her karakter ikonik özelliklere sahip. Belki de diziyi izleten şey Stars Hollow kasabasının birbirinden güzel, samimi ve özgün bir ortamının olmasıdır.




İkonik diye adlandırabileceğimiz şeylerden birisi de anne kızın kahveye olan bağımlılıkları. 7 sezon boyunca ikisinin içtiği kahve miktarı inanılmaz. insanların vücutlarının üçte ikisi suysa Gilmore kızlarınınki kahvedir. Gerçek hayatta o kadar çok kahve içen birilerinin olma olasılığı bence çok düşük. Zaten bu şekilde ki bir kahve içme miktarı insanı öldürmez süründürür nitelikte. Kahve aşkları bunla sınırlı kalmayıp sadece Luke'un dükkanından kahve içmeleri de ayrı bir takıntı.

İki bekar kadın olunca tabi ki konu elbet bir şekilde romantik ilişkilere de gelir. İkilinin ilk ve sonsuz aşklarının kahve olması dışında birçok problemli ilişkilerinin olması ve dikkat edilirse ikisinin de aynı hatalar yüzünden sürekli sorunlar yaşaması fazla şaşırtıcı değil. Tam gerçek manada doğru bir ilişki içine girdi dediğimiz anda saçma sapan bir neden yüzünden ayrılmalar olması biraz sinir bozucuydu. 



Dizi genel anlamda günlük yaşantılar üzerinden gidiyor bu yüzden sakin ve akıcı bir havası var. Eğer olaysız entrikasız bir yapım izlemek istiyorsanız en ideal dizi olabilir. Gerçek hayat üzerinden giden bu dizi olağan dışı şeylere asla yer vermiyor. Bu yüzden dizinin bölümleri birbirinden genel anlamda bağımsız ve istediğiniz zaman diziyi bıraksanız bile herhangi bir merak unsuru bırakmıyor kafanızda. Benim çoğu zaman yemek molalarında kafamı dağıtmak için izlediğim bir diziydi kendisi ki aynı zamanda sınav haftalarımda kafamı dağıtmama büyük bir yardımı dokundu. Bu tarz diziler 10 senede bir zor gelir. Açıkçası şuan bu paralellikte giden bir dizi arayışındayım ve gerçekten zorlanıyorum. Belki bir miktar sitcom tarzı diziler yerini tutabiliyor ama yine de aynı etkiyi bırakmıyor maalesef. 


Bu yapımı izlediğim süreci ele alırsak benim için tam bir kaos dönemi diyebiliriz(tamam biraz abattım). Ciddi anlamda bulunduğum konumdan aşırı bunalmış olduğum çok zaman oldu bu dönemde. Her şeye rağmen kendimi bırakmamak için fazlasıyla çabaladım. Bazen insanın hayatındaki değişikler fark edilmeyecek bir seviyede olsa da bazen de en ufak bir farklılık sizin gözünüzde çokça büyüyebiliyor. Ben bu durumu hala aşabilmiş değilim. Çünkü bu değişikliklere her gün bir yenisi ekleniyor. Yine de her şeye rağmen bu farklılıkların bir gün işime yarayacağını ya da en azından geriye baktığımda iyi ki yaşamışım bunları diyebileceğime inancım sonsuz.

Gel gelelim dizimize verdiğim değere. Bendeki etkisini bir yana bıraksam da gelmiş geçmiş en iyi dram dizisi olduğu için 10/10 vermezsem çok ayıp olur.



Vicdanın Ölümü